Korkunç savaşlarla, kıtlık ve salgınlarla kırıldılar. Dağlardan, vadilerden, köylerden koparılıp düzlüklere, bataklık ovalara sürüldüler. Savaş bittiğinde de yurtlarından sökülüp atıldılar. Yüz binler, ölüm yolculuklarından geçerek Osmanlı ülkesine sığındılar. Yurtları Kafdağı’nın ardındaki bir masal ülkesine dönüştü. Gelecek yıl, Çerkesler ve diğer Kafkas halklarının toptan sürgüne tabi tutulmalarının 150. yıldönümü. Atlas; Karaçay-Çerkes, Kabardey Balkar ve Adıgey cumhuriyetlerinde Çerkeslerin konuğu oldu.

Mayısın 20’si. Serin ama güzel bir ilkbahar akşamında bir parkta, yeni açılan bir anıtın önünde her yaştan insan toplanmaya başlıyor. Geleneklere göre cenazede ve yasta mutlaka başı örtmek gerekiyor. Sanırım bu nedenle kalpaklı yaşlıların sayısı oldukça fazla. Tören konuşmalarla başlıyor. Ardından ağıtlar söyleyen yaşlılar korosu çıkıyor sahneye. Hava kararmaya başladığında yakılan mumlarla savaşın yıldönümünü, verilen kayıpları simgeleyen sayılar oluşturuluyor. Törene hâkim olan duygu, hüzün ve ağırbaşlılık. Anıtın önünde çektirilen hatıra fotoğraflarından sonra, ertesi gün asıl törende buluşmak üzere dağılıyor kalabalık.
Kuzey Kafkasya’da, Rusya Federasyonu’nun doğal ve kültürel özellikleri bakımından eşsiz yerlerinden biri sayılan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçik’teyiz. Yüzölçümü ve nüfus bakımından çok büyük olmayan bu cumhuriyet (12 bin 500 kilometrekare yüzölçümü ve 901 binlik nüfus) Kuzey Kafkasya’nın orta kısmında, Kafkas Sıradağları’nın kuzey eğiminde ve onun devamı olan düzlükte bulunuyor. Kaplıcalarıyla ünlü başkenti Nalçik aynı zamanda Rusya’nın turizm, dağcılık ve kayak merkezi. Yumuşak iklimi, çeşitli maden suları ve şifalı çamurları sayesinde haklı bir ün kazanmış. Harika bir doğal güzelliğe sahip şehir Kafkas Sıradağları’nın eteğinde. Deniz seviyesinden 512 metre yukarıda bulunan şehir, 240 bin kişiyle cumhuriyetin nüfusunun üçte birini barındırıyor. Sovyetler Birliği döneminde kurulan dev üretim tesisleri binlerce kişiye istihdam sağlamış, bu da şehri sadece sağlık turizmi alanında değil, elektronik, makine inşa, metalurji endüstrisinde de bölgenin önemli bir merkezi haline getirmiş.
Nal şeklinde şehrin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen dağlar, bu doğa cennetini rüzgârlardan koruyor. Her noktasından Kafkas Dağları’nın ihtişamlı zirvelerinin manzarası yükseliyor. Parklar ve şehir bahçeleri Nalçik’in gururu. Türkiye’de parklar şehirlerin içine kurulur, burada ise şehir büyük bir parkın içine kurulmuş gibi.
Kafkasya’daki en büyük Çerkes nüfusu bu cumhuriyette yaşıyor. Resmi Rus politikasının ayrı bir halk olarak gördüğü ve adlandırdığı Kabardeyler, Çerkeslerin doğu veya yukarı (şhağ) denilen kolunu oluşturuyor. Çerkesler kendi cumhuriyetlerinde nüfusun toplamda yarıdan azını oluştursalar da, oran olarak en büyük etnik grup onlar. Burası bir Babil Kulesi; cumhuriyette 100’den fazla halkın temsilcisi yaşıyor. Başkentte Oset, Rum, Yahudi, Koreli, Ermeni, Alman, Kazak, Rus vb. 11 ulusal kültür merkezi faaliyet gösteriyor.
Sürgünden Dirilişe
Nalçik’te her 21 Mayıs’ta büyük bir anma töreni düzenleniyor. Çarlık döneminde Kafkasya’nın fethinin yıldönümü olarak kutlanan 21 Mayıs, şimdi Çerkesler ve diğer Kafkas halkları için sürgün ve soykırımı anma günü. Bu yıl ilk kez 21 Mayıs, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde tatil günü ilan edildi. Nalçik’in merkezi Lenin Caddesi trafiğe kapatıldı ve yürüyüş için tahsis edildi. Yeşil zemin üzerinde Çerkes boylarını simgeleyen 12 yıldız ve üç ok bulunan Çerkes bayrakları altında binlerce kişi yürüyüşe katıldı. Katılmaya çekinenler çok olsa da anma gününe ilgi her geçen yıl artıyor. Çerkes giysilerini kuşanmış bir çocuk elinde savaşın başladığı (1763) ve bittiği (21 Mayıs 1864) tarihleri gösteren bir şerit tutuyor. Anma gününü aynı zamanda Çerkes halkının diriliş günü olarak kabul edenler de var.
Nalçik’te 21 Mayıs anma törenleri için hazırlık yapılıyor. Bu tarih, 18. yüzyılın sonlarında Rusya’nın Kafkasya’yı işgale girişmesiyle başlayan uzun ve kanlı savaşın bittiği günü, 21 Mayıs 1864’ü işaret ediyor. Rusya bu son zaferiyle fetihleri arasına Kafkasya’yı da katarken, başta Çerkesler olmak üzere birçok Kafkas halkına büyük acılar getirdi. O yüzden çarlık Rusya’sı döneminde Kafkasya’nın fethinin zafer yıldönümü olarak kutlanan 21 Mayıs, bugün dünyanın her yerindeki Çerkesler tarafından sürgün ve soykırım günü olarak anılıyor.
Ertesi gün öğleden önce tren garının önünde büyük bir kalabalık toplanmaya başlıyor. Yeşil zemin üzerinde Çerkes boylarını simgeleyen 12 yıldız ve üç ok bulunan büyük bir Çerkes bayrağını taşıyan küçük çocukların arkasında kortej Lenin Caddesi’nde yürüyüşe başlıyor.
Biraz sonra 50’ye yakın atlı korteji karşılıyor ve önünde ilerliyor. Kalabalığın içinde Türkiye’den, Suriye’den, Ürdün’den gelmiş çok sayıda Çerkes var. Çoğu farklı yıllarda anavatanı olarak gördükleri bu topraklara gelip yerleşmiş “repatriant”lar; vatanına geri dönenlere Rusçada böyle diyorlar. Nalçik’te üniversitede okuyan çok sayıda Türkiyeli Çerkes öğrenciye de rastlıyorum. İlk kez bu yıl Nalçik’in anacaddesi olan Lenin yürüyüş için trafiğe kapatılmış ve 21 Mayıs resmi tatil ilan edilmiş. Repatriantlar tam kadro oradalar ama yerli Çerkeslerin 21 Mayıs’a katılmaya hâlâ korktuklarını anlatıyorlar. Özellikle kendisi ya da yakını bir devlet kurumunda çalışanlar, resmi görüşe aykırı duran 21 Mayıs töreninden uzak duruyorlar. Çünkü son 10-15 yıldır sürgün ve soykırım söylemi eşliğinde tüm dünyadaki Çerkesler tarafından anılmaya başlanan 21 Mayıs, Çerkeslerin kandırılıp göç ettiğinden bahseden resmi tarihle çatışıyor. Yürüyüşten sonra yapılan konuşmalar sırasında zikredilen “Kafkas Savaşı” ifadesine dinleyiciler arasından itirazlar yükseliyor.
Resmi Rus tarihi bu savaşı Kafkas Savaşı olarak adlandırıyor. “Kafkasyalılar kendi kendileriyle mi savaştı” diyerek buna itiraz edenler “Kafkas-Rus” veya “Rus-Çerkes” savaşı demeyi tercih ediyorlar. Adı gibi başlangıç tarihi de tartışmalı. Resmi tarihe göre savaş 1817-1864 tarihleri arasında yaşandı. Oysa savaşın çok daha önce başladığını yazan tarihçiler Kafkas-Rus Savaşı’nı üç döneme ayırıyor; Doğu Çerkesya’ya, yani Kabardey’e karşı yapılan askeri harekâtlar ve işgal (1779-1822); Dağıstan, Çeçenistan ve Batı Çerkesya’ya karşı askeri harekâtlar (1829-1859) ve üçüncü dönem Batı Çerkesya’da Karadeniz kıyılarında yapılan son harekâtlar (1864’e kadar).
Kabardey-Balkar’ın başkenti Nalçik 1724 yılında kuruldu. Savaş zamanlarında Kafkas Hattı’nın en büyük istihkamlarından biri olan şehir adını, içinden geçen nehirden alıyor. İklimi ve yemyeşil doğasıyla bir tatil beldesini andırıyor.
İşgal edilen ülkelerin aslında “gönüllü” olarak Rusya’ya katıldığı şeklindeki tarih tezi Sovyetler Birliği döneminde, 1950’lerde ortaya atıldı. 1557’de bazı Kabardey prenslerinin IV. İvan’dan yardım isteği ve kurulan askeri-siyasi ittifak Kabardey’in Rusya’ya gönüllü katılışının kanıtı olarak gösterildi. İlk kez 1957’de “gönüllü katılış”ın 400. yılı törenlerle kutlandı, anısına kitaplar yayımlandı.
İşte o “400. Yıl Meydanı”na 21 Mayıs kortejiyle birlikte geldik. Hemen sağımızda Mariya heykeli vardı. Heykel aslında bir Çerkes kızına ait; 1561’de Korkunç İvan’la evlendirilen, Temruko İdar’ın kızı Guaşeney vaftiz edilip Mariya adını almıştı. Heykel buraya 1957’de dikilmişti ve Kabardey’in Rusya’ya gönüllü katılışını simgeliyordu. Üzerinde de “Ebediyen Rusya’yla” yazıyordu. Heykelin öne uzanan sağ elinde çarın fermanı bulunuyordu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra unutulan bu tez ve törenler, son yıllarda artan Çerkes soykırımı söylemi ve tarihin yeni yorumu nedeniyle yeniden gündeme geldi ve 2007’de 450. yıl kutlamasıyla tekrar başladı. İzlediğim bir TV programında, Ekim 2012’de Mariya heykelinin önünde yapılan tören gösteriliyordu. Çoğunlukla devlet erkânının katıldığı törende “Rusya’ya gönüllü katılışın” 455. yılı kutlanıyor, mikrofon uzatılan yaşlılar bunun Çerkes halkı adına ne kadar kutlu bir olay olduğunu anlatıyorlardı. Resmi olarak bir yandan 21 Mayıs’a izin verilirken, hatta tatil günü ilan edilirken, bir yandan da şehirde asılı 455. yıl afişleri, şehrin girişine yeni 455. Yıl Anıtı dikilmesi bir denge politikası gözetme kaygısını gösteriyor.
Kafkas Eteklerinde: Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti
Ertesi gün Nalçik’ten ayrılıp komşu Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ne geçiyoruz. Toprakları Elbrus Dağı sırtlarından batıya ve kuzeye doğru, dağ eteklerine kadar uzanan Karaçay-Çerkes, yaklaşık 480 bin kişilik nüfusa sahip. Kuban Nehri’nin sağ kıyısında bulunan 130 bin nüfuslu başkent Çerkessk modern bir şehir görünümünde. Nalçik’ten belirgin farkları hemen hissediliyor. Sokakta Çerkesçe konuşmalar pek duyulmuyor. Hem cumhuriyetin hem de başkentinin adında isimleri olsa da Çerkesler 56 bin kişi nüfuslarıyla burada azınlıktalar. Sovyetler’den kalma teamüle göre, devlet makamları nüfuslarına göre etnik gruplar arasında paylaşılıyor. Gerçi Putin döneminde “prezident” unvanı kaldırıldı ama teamüle göre başkanlığı, çoğunluğu oluşturan Karaçaylar, başbakanlığı Ruslar, başbakan yardımcılığını Çerkesler alıyor. Abazalara ve Nogaylara da daha alt makamlar düşüyor. Bu teamülün bozulmasına yönelik her girişim, iktidarı elinde tutan etnik grubun diğer gruplara baskısı gerginliğe neden oluyor. 21 Mayıs’ı anma töreni burada yapılamamış. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Çerkes nüfusu Besleneylerden ve Rusya’nın hâkimiyetini kabul etmeyerek 1804-1825 yılları arasında buraya yerleşen Kabardeylerden oluşuyor. Diyasporadaki Çerkeslerin önemli bir bölümü bu bölgeden olmasına rağmen, ata topraklarına dönüp yerleşen hiçbir “repatriant” yok.
Çerkes, Abaza, Karaçay, Nogay ve Rus halkları cumhuriyetin beş kurucu unsuru sayılıyor. Devlet binalarında tabelalar beş dilde; okullarda haftada 4-5 saat bu dillerde ders yapılıyor ama günlük dil Rusça. Karaçay-Çerkes’in bir özelliği de Rusya Federasyonu’nda Dağıstan’dan sonra etnik çeşitliliğin en çok olduğu cumhuriyet olması. 19. yüzyıl ortalarına kadar nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Çerkes ve Abazaların bugün kendi vatanlarında 30 köylük azınlığa düşmeleri yine aynı trajik tarihin sonucu…
Kuban Düzlükleri: Adıgey Cumhuriyeti
Çerkessk’teki kısa misafirliğimizin ardından Çerkeslerin en kuzeydeki ve sonuncu idari birimi olan Adıgey Cumhuriyeti’ne geliyoruz. Savaş ve sürgünden sonra, Batı Çerkesleri olarak bilinen ve 19. yüzyıl başında büyük bir nüfusa sahip Abzeh, Bjeduğ, Çemguy, Hatukay, Şapsığ vd. topluluklardan geriye kalan 20 bin kadar Çerkes, Kuban düzlükleri olarak anılan bu bölgeye yerleştirildi. 1922’de burada “Adıgey (Çerkes) Özerk Bölgesi” kuruldu, 1990’da cumhuriyet statüsü aldı. Diğer ikisinden farklı olarak cumhuriyet iki etnik isim taşımıyor. Adı, Çerkeslerin kendine verdiği isim olan Adığe’den geliyor. Ama Çerkesler kendi adlarını taşıyan bu küçük cumhuriyette de azınlıktalar. Çoğunluğunu Rusların oluşturduğu çok etnikli nüfus içinde yüzde 25 oranına sahipler (110 bin kişi). Sovyetler zamanından kalan “paritet” (denklik) yasası sayesinde başkanlık dâhil devlet makamlarında ve parlamentoda ağırlığı ellerinde tutuyorlar. Ancak bu hassas denge her an bozulma tehlikesi taşıyor. Adıgey Slav Birliğ bunun değişmesi yönünde kampanya yürütüyor. 2005 yılında Adıgey’i lağvedip Krasnodar Karayı’na bağlama girişimi sert protestolarla karşılaşmış, dünya çapında bir Çerkes aktivizmini başlatmıştı. Halk tarafından seçilen “prezident” (devlet başkanı) artık “glava resubliki” (cumhuriyetin başı) sıfatıyla Moskova tarafından atanıyor. Başkanın Çerkesçe bilme şartı, cumhuriyete yerleşmeyi düzenleyen yasalar yine Moskova tarafından iptal edildi. 2010’da yapılan idari düzenlemeyle de diğer Çerkes cumhuriyetleri yeni kurulan Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi’ne katılırken, Adıgey Güney Federal Bölgesi’nde kaldı.
Tarihi Batı Çerkesya’nın küçük bir bölümünü kaplayan Adıgey Cumhuriyeti Kuzeybatı Kafkasya’da bir anklav (ada kara) olarak kalmış, diğer cumhuriyetlerle fiziki sınırı yok. Yüzde 40’ı dağlar ve ormanlarla kaplı Adıgey’in turizm potansiyeli son yıllarda yeniden keşfedilmiş. Rusya’nın soğuk illerinden hali vakti yerinde olanlar için de güneyde bir mülk sahibi olmak, hatta yerleşmek cazip hale gelmiş. Bu nüfus hareketliliği içinde anavatanına dönenlerin sayısı da az değil. Sovyetler’in dağılmasından itibaren Türkiye’den ve Suriye’den tek başına veya ailece gelip buraya yerleşen “repatriantlar” var. 1998’de Kosova’dan gelen Çerkesler için Maykop yakınlarında Mafahabl (Saadet) adında bir köy kurulmuş. Bunlara son zamanlarda Suriye’deki savaştan kaçıp gelen Çerkesler de katılmış.
Adıgey’in başkenti Maykop doğal park alanı gibi. Yeşillikler içinde sakin bir şehir. 145 bin kişilik nüfusunun yüzde 17’si (27 bini) Çerkes. Şehrin anacaddelerinden birinde (Krasnooktyabskaya’da), sahipleri Türkiyeli olan kafelerde “repatriantları” buluyoruz. Bazıları 90’lı yıllarda gelmiş, bazıları daha sonra. Özellikle yaz aylarında Türkiye’den Maykop’a yoğun bir trafik olduğunu söylüyorlar. Atalarının terk etmek zorunda kaldığı vatanı görmek, akrabalarını bulmak amacıyla geliyorlar. Bazıları yaz tatilini burada geçirmeyi alışkanlık haline getirmiş.
Tek katlı bahçeli evlerin sıralandığı bir sokakta hummalı bir çalışmaya tanık oluyoruz. Maykop’taki Türkiyeli Çerkesler, buraya yerleşmek üzereyken bir trafik kazasında hayatını kaybeden arkadaşları Tıj İlkay için “Dönüş Yolu Projesi” başlatmışlar. Oluşturdukları fonla bir arsa alıp, yerleşmek veya gezmek için Türkiye’den buraya gelenlerin kalacağı bir misafirhane yapmaya başlamışlar.
Maykop’un ilginç mimarisi ve mavi rengiyle dikkat çeken tek camisinde cuma namazı için toplananlar uluslararası denebilecek bir cemaat oluşturuyor. Kosovalı, Türkiyeli ve Suriyeli Çerkesler çoğunluğu oluşturuyor.
Adıgey’de Maykop dışında bir şehir daha var. 1967’de kurulan Krasnodar Baraj Gölü’nün altında kalan 20 köyün halkı bugün adı Adıgeysk olan şehirde toplanmış. Adıgey’in hemen sınırında yer alan Krasnodar bütün bölgenin en büyük ve gelişmiş şehri. Büyük bir Çerkes nüfusu orada çalışıyor ve yaşıyor.
Rus Kazaklarının merkezi sayılan Krasnodar ve çevresi Çerkeslerin Bjeduğ topluluğunun topraklarıydı. II. Katerina, 30 Haziran 1792 tarihli fermanıyla Taman’ı ve Kuban Nehri’nin sağ kıyısındaki Çerkes topraklarını Karadeniz Kazak Ordusu’nun “ebedi mülkiyetine” bağışladıktan bir yıl sonra Yekaterinodar adıyla kuruldu. İlk yerleşen 25 bin kişilik nüfus organize göçle sürekli arttı. Kuban’ın sağ kıyınında, Ust-Laba’ya kadar Don Kazakları yerleştirildi ve askeri kordon hattı Kuban boyunca uzatıldı. Kafkasya’nın işgalinde çok önemli rolü olan askeri hatlar bugünkü Adıgey topraklarından geçiyordu. Karadeniz Kordon Hattı Kuban’ın kollarının birinin ağzından başlayarak Büyük Laba’nın Kuban’a döküldüğü yere kadar 260 verst (277 kilometre) uzanıyordu. Büyük Laba’nın Kuban’a döküldüğü yerden itibaren Karaçay’a kadar Kuban Hattı uzanıyordu.
Hakuçilerin Torunları: Şapsığlar
Adıgey’den Karadeniz’e inen yol bizi sahil kenti Tuapse’ye getiriyor. Yukarıda, Kerç Boğazı’nın karşısında Taman’dan başlayan ve Soçi’nin aşağısında Abhazya sınırına kadar uzanan sahil şeridinde isimler dışında Çerkesleri hatırlatan pek bir şey kalmamış. Buranın tarihinde önemli rol oynayan eski Osmanlı kalesi Anapa bugün ünlü bir tatil beldesi. Soğucak Kalesi’nin kalıntılarının üzerinde ise Novorossiysk yükseliyor. Virajlı sahil yolunda ilerlerken Gizel-Dere, Uç-Dere gibi Türkçe yer adlarına rastlıyoruz.
Kıyıya paralel olarak uzanan Kafkas Dağları sert rüzgârları kestiği için dağların bu güney tarafı ılıman, hatta aşağılara doğru indikçe tropikal iklime sahip. Ormanlarla kaplı muhteşem kıyı şeridi burayı Rusya’nın en gözde tatil merkezi yapıyor. Nüfusun etnik yapısı o kadar çeşitli ki, Ruslar başta olmak üzere Rumlar, Moldovyalılar, Çekler, Lehler, Estonlar, Ermeniler… 19. yüzyılda yerleşim yerleri arasında irtibat olmadığından ve Rusların alışık olmadığı iklim koşulları nedeniyle buranın kolonizasyonu diğer Çerkes topraklarına göre daha yavaş yürüdü. Onun için hükümet yabancı kolonistlerin yerleşmesine izin verdi.
Turistik sahil kenti Lazarevsk’te Şapsığlarla buluşuyoruz. Bizi önce yeni dikilen anıta, sonra köylerine götürüyorlar. Tuapse’ye bağlı üç, Lazarevsk’e bağlı yedi Şapsığ köyü bulunuyor. Zamanında Çerkeslerin en büyük topluluklarından biri olan Şapsığlar, kendi topraklarında denizde bir damla kadar kalmışlar. Bir Rus subayın harekâttan sonra “bu dağlarda artık ayıya, kurta rastlayabilirsiniz ama Dağlıya değil” diye tespitte bulunduğu, tamamen “temizlenen” bu bölgede kalabilmelerinin ilginç bir hikâyesi var.
Şapsığların, Psezuape Nehri’nin yukarılarındaki dağlık bölgede yaşayan ve adını bu nehrin kolu Hakuç’tan alan Hakuçi topluluğu, savaşın sonunda yerlerinde kalmış son gruptu. Doğal kale konumundaki köylerini inatla savunuyorlar, ne Kuban’a ne de Osmanlı’ya yerleşmek istiyorlardı. Üstelik bu kartal yuvası “temizlik” harekâtından kurtulup dağlarda saklanan küçük Çerkes gruplarının ve firari Rus askerlerin doğal sığınağı haline gelmişti. Savaşın alışıldık yöntemleri onlara da uygulandı. Köyleri, ekinleri ve erzakları yakıldı ve ancak bundan sonra çoğu teslim oldu, köyleri boşaltıldı. Fakat bir kısmı dağlara kaçıp sürgünden kurtuldu. Harekâta katılan bir Rus subayı, İvan Orehov 1870 tarihli notlarında şunları yazıyor: “… 1865 yılında, ilk ve sonbaharda iki kez daha harekât yapılmasına ve hem o yıl hem de sonraki yıl birkaç bin Hakuçi Türkiye’ye gönderilmesine rağmen, bu haydutların iki üç yüz kadarı hâlâ dağlarda, Şahe, Bzıç, Aşşe ve Nuaja nehirlerinin son derece vahşi arazisinde saklanıyor.”
Kalan bir avuç Hakuçi’nin ciddi tehdit oluşturmayacağı düşünülerek eski yerlerine dönmelerine izin verildi. Karadeniz kıyısındaki Şapsığların büyük çoğunluğu işte bu Hakuçilerin torunları. Bölge istenilen düzeyde kolonize edilemeyince, Kuban’a gönderilenlerin bir kısmının dönmesine de izin verildi. O zaman 4 bin kişi kadar olan Şapsığ nüfusu 2010 sayımında 3 bin 839 kişi görünüyor! Bu tuhaflığın nedenini Rusçadaki isim karışıklığıyla açıklıyorlar. Sovyetler döneminde yerleşen ve bugün de geçerli olan adlandırma idari birimlere göre yapılıyor. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan Çerkesler “Kabardey” (Kabardin), Karaçay-Çerkes’tekiler “Çerkes” (ki onların çoğu da Kabardey), Adıgey’dekiler “Adıgeyli”, Karadeniz kıyısındakiler de “Şapsığ”. Bunlar Adığelerin alt etnik grupları sayılıyor. Nüfus sayımında bazıları milliyetini Çerkes, bazıları Adığe, bazıları da Şapsığ olarak beyan ettiğinden böyle bir sonuç çıkıyor. Gerçek nüfuslarının 10 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.
Sürgün Kapısı: Soçi
Yolculuğumuzun son durağı Soçi. Lazarevsk’ten Soçi’ye giden dar sahil yolu şehir içi trafiği kadar yoğun. Erken tatilcilerin araçlarının ve dev şantiye kamyonlarının arasında zorlukla yol alıyoruz. Rusya’nın en büyük ve ünlü tatil beldesi Soçi hem yaz sezonuna hem de 2014 Kış Olimpiyatları’na hazırlanıyor. Kentin liman tarafı devasa bir şantiyeye dönüşmüş, adeta ikinci bir Soçi inşa ediliyor. Daha sonra muhtemelen atıl kalacak tesislere büyük paralar harcanması, doğal çevreye verdiği zarar eleştiriliyor. Rusya’nın Kafkasya’daki imajı ve bölgenin gelecekteki turizm potansiyeli için Soçi’nin seçilmesi çok önemliydi. Tropikal iklime sahip Soçi’de kış olimpiyatları yapılması garip görünse de, Rusya büyük bir çabayla bunu sağladı. Ancak 2007 yılında Soçi’nin olimpiyatlar için seçildiğinin ilan edilmesi, Rusya yönetiminin hiç beklemediği bir hareketi tetikledi. Gelişen iletişim teknolojisi, özellikle internet sayesinde ortak bir ağ oluşturan Çerkes aktivistler, Çerkes soykırımının tanınması talebiyle birlikte Soçi olimpiyatlarına karşı kampanya başlattılar.
Soçi’nin Çerkesler için büyük sembolik anlamı var. Kafkas-Rus Savaşı’nın en kanlı sahneleri burada yaşandı ve son savaş (direniş) burada verildi. Burası Çerkeslerin farklı bir dili olan, özgün topluluğu Ubıhların topraklarıydı ve tamamı vatanlarından sürgün edildi, Ubıhça yok oldu. On binlerce Çerkes’in ölüm yolculuğuna çıktığı en önemli limanlardan biriydi Soçi. Merkezi bir yapının oluşturulmaya çalışıldığı, meclisin kurulduğu son direniş merkeziydi. Ve belki de en önemlisi, şimdi Putin’in residansının bulunduğu, olimpiyat kış sporları tesislerinin yapıldığı Soçi’nin yukarılarındaki Gubaada (Krasnaya Polyana) Vadisi… 21 Mayıs 1864’te bu vadide harekâtlarını tamamlayan Rus birlikleri Tanrı’ya şükran ayini ve geçit töreniyle Kafkasya’nın “fethi”nin tamamlanmasını kutladılar. Çarlığın sonlarına kadar kutlanmaya devam edilen, sonra da unutulan bu günü şimdi Çerkesler yeniden hatırlatıyorlar.
Olimpiyatların da sembolik anlamı var, dünya barışına katkı için düzenleniyorlar. Soçi Kış Olimpiyatları’nın sembolik anlamı daha da büyük; 2014 Kafkas-Rus Savaşı’nın bitişinin 150. yıldönümü…
Soçi ve turistik Karadeniz kıyılarının tarihi genellikle ilk çağlardan başlatılıyor. Ortaçağ Bizans ve Ceneviz kolonileriyle devam ediyor, sonra Rusların kurduğu kalelere geliyor. Uzun atlanan dönemin alternatif tarihi ise şöyle… Karadeniz kıyısı Edirne Antlaşması’yla (1829) Osmanlı’dan Rusya’ya geçince hemen kaleler ve istihkâmlar kurulmaya başlandı. 1838’de Lazarev komutasındaki Karadeniz Donanması yaz ve sonbahar aylarında Soçi, Tuapse, Şapsuho ve Tsemez nehirlerinin ağızlarına çıkarma yaptı. Soçi’yi 13 Nisan 1838’de, General Simborski komutasında Sohum’dan yola çıkan birlik, donanmanın denizden desteğiyle aldı ve burada Aleksandriya Kalesi kuruldu. Çerkesler defalarca denemelerine rağmen kaleyi alamadılar. Adler, Golovinka (Subaşı) ve Lazarevsk’te kurulan kalelerle birlikte, Kerç Boğazı’ndan (Kırım) Gagra’ya (Abhazya) kadar bütün kıyıyı kontrol eden, 17 kaleden oluşan Karadeniz Kıyı Hattı tamamlanmış oldu.
Yolculuğumuzun bitiş durağı Soçi, bir asırdan fazla süren kanlı savaşın da son noktasıydı. Büyük gemilerin yanaşabildiği önemli Karadeniz limanlardan biriydi. Osmanlı kıyılarına doğru uzaklaşan gemilerde, on binlerce Çerkes’in son gördüğü ve hep hatırlayacakları manzara herhalde Soçi oldu. O korkunç sürgün yıllarında Karadeniz kıyılarında yaşananlara tanıklık edenlerden biri de Adolf Berje’ydi. Karadeniz’in Anadolu ve Romanya kıyılarında sürgünün en hazin manzaralarını izledi. Batum’da, Trabzon’da ya da Rusçuk’ta, Silistre’de. Her yerde yurtlarından sökülüp atılmış insanların hayata tutunma çabası göze çarpıyordu. “Fakat Novorossiysk Koyu’nda bende bıraktıkları izlenimi hiçbir zaman unutmayacağım. Burada, kıyıda yaklaşık 17 bin kişi toplanmıştı. Yılın bu geç, havanın bozuk ve soğuk zamanında yaşamlarını sürdürecek temel ihtiyaç maddelerinden bile mahrum olmaları, yayılan tifo ve çiçek salgını durumlarını iyice umutsuz kılıyordu.”
Soçi, birazdan ayrılacağımız bu Karadeniz şehri, o zamandan bu yana çok değişti kuşkusuz. Daha da değişecek. Olimpiyat yatırımlarıyla çehresi ve kimliği biraz daha farklılaşacak. Ama soykırım ve sürgünü hatırlayan Kafkas halklarının çığlığı, Soçi’nin kent hafızasının derinlerine itilmiş acılarla yüzleşmesinin de yolunu açacak.

Kafkasya, Halklar Tapınağı: http://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/kafkasya-halklar-tapinagi.html

Yazı: Murat Papşu/Fotoğraflar: Kerem Yücel

Kafkas Göçü, Sürgün Ve İskân: http://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/kafkas-gocu-surgun-ve-iskan.html

Savbaş Ve Sürgün, Kafdağı’nın Direnişi: http://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/savbas-ve-surgun-kafdaginin-direnisi.html

Çeçenistan Dağıstan, Şamil’in Rüyası: http://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/cecenistan-dagistan-samilin-ruyasi.html

Kafkasya, Rehber: http://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/kafkasya-rehber.html

ATLAS EYLÜL 2013/SAYI:246